Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrailin kastı canadır inan
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Zamanımızın en büyük hastalığı uyumak, uyutulmak, uyanamamak...
Uyanmak istesekte gönlümüzden geçmiyorsa dileklerimiz en ince detayına kadar, sağlıktaysa istediğimiz şeyler, hastalanınca ve başımız derde girince öğreniyorsak değerini, uyanmak gerektiği hatırlanmalı mı hemen?... Yoksa değer biçilen kaftan değeri nedir ki gözümüzde, değerini başkaları biçiyorsa...
Uyanma zamanı şimdi, uyumadığımız düşünme ve düşündürme zamanı, çıkarsızca yalvarma zamanı yaratıcıya O'nun yarattığı büyüklükte...
31 Temmuz 2008 Perşembe
29 Temmuz 2008 Salı
Bir mezarda...
İnsalar, değişik hayatlar, birbirine benzemeyen düşünceler, duygular... Sonrasında bir anda bitebilen, değişebilen, duygular, düşünceler, hayatlar, insanlar... Hepsinin birer birer yokolduğunu duyumsamak... Mezarlar, toprak olan, ya da yakılan vucütlar. Dışarıdan herkes için aynıymış gibi görünen karanlık içerisinde yatmak... Ama güzel yanı, inancın doğrultusunda gideceğin yeri bilme, ya da onu kabullenmeme çabası içerisinde olmak...Yokluk değil tanımlamak istediğim, yok olmayacağını bilme düşüncesi aslında, ve mezarlarda uyumak mı? yatmak mı?...
Hayat bazılarımız için bir mezar taşı kadar gereksizken, bazılarımız için mezar taşları hayat kadar değerli olabiliyor, ve düşüncelerimiz bizleri bu kararlara götüren yanlışlar oluyorlar bir bakıma...
İşte bakış açımıza göre, bir mezarda uyumak ve bir mezarda UYUMAK böyle birşey...
27 Temmuz 2008 Pazar
git, git, gitme dur!
Zaman, zaman diyorum herzaman. Ironik mi desek, yoksa içyinelemeli mi bilmiyorum açıkçası. Bildiğim pek birşey de yok aslında. Ha, şeyi biliyorum, Felsefe bölümü üniversitelerde kaldırılmalı, bu kadar kıt işte bildiklerim, birde gideceğimi biliyorum, bahaneci olduğumu, fırsatları değerlendirirken ne kadar çok düşündüğümü, açıkça, bu kadar basit düşündüğüm için kendimi suçladığımı, sonra yarımlıkları, bütün olmayan bazı şeyleri kabul edemeyeşimi... Bayağı az şey biliyormuşum :)
Neyse, erteliyoruz işte, diğer yarımımızı bulmak çabasıyla yaşıyoruz haddimiz olmadan... Ne hayatlarımızdan vazgeçiyoruz, ne de bizlere sunulanı beğeniyoruz, bunu da açıkça belli ediyoruz, kararları vermede zorlanıyoruz, verince de hep aklımız yolun diğer tarafında kalıyor. Biyolojik isteklerimiz, gitmemizi isterken, ruhsal çöküntülerimiz aslında yarı yolda bırakıyor bizi sanki, sonra fıtrat giriyor devreye, bir pişmanlık geliyor derinden içten içe...
Bu işin sonu kıldan ince bir köprüden geçmekte, o sınava giderken ki duyulan heyecanın, salgılamamıza yardım ettiği adrenalin ile ölmemizi engellediğinde mi acaba?
Yoksa ertelediğimiz şeyleri tüketmeden, yitirmeden, dillendirmek te mi?
Bu arada "Git, git, gitme! dur ne olursun..." Sezen Aksu'nun en sevdiğim parçalarından birisidir, onu dinlerken yazdım aklımdakiler, teşekkürler Sezen, herkes şarkılarınızda bişeyler buluyor diye haykırsam burada, kimse duymasa da önemli değil :) ben O'nun duyduğuna eminim...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)