23 Aralık 2008 Salı

Cancel butonu varmi?


Dönemeçli bir yol bu hayat...
Hayat dediğimiz şey dönüyor duruyor hayatın içerisinde. insanlar hayatlarına bir yön vermek için uğraşırlarken hayat'ın yön belirlediğini zannediyorlar düşüncesizce. Halbuki böyle yürümüyor işler, istemiyor, veremiyor kendini hayata insan.
Köprüden önceki son dönüşleri hep kaçırıyoruz gibi geliyor, ama seçimi biz kendimiz yapıyoruz, ya da yanımızdaki insanlar. Fakat unutulan bir şey var, gidilen yollar kendi yolumuz, geri dönüşü olmayan yollar ve asla da olmayacaklar, oraya takılıp kalmanın anlamı sadece seni üzüyor, o kadar...

14 Aralık 2008 Pazar

Karıştırmak

Selam dostum,

Ne yapacaksin? Soylemek zor geliyor bazen ama, ne yapmayi planliyorsun?
nasil biri olmak seni sevindiriyor, ya da nasil biri olmamak...

Sen hedeflerinde sadece sabit yasamak mi istiyorsun yoksa, sabit hedefler pesinde mi yasamak istiyorsun?

Nedir bu elindeki hayat dümeni?

4 Aralık 2008 Perşembe

Bir Arkadaştan "Selam"

Eski bi dostun selamı
Bu yüzümdeki gülücük
Yılların unutulmamış vefası
Sefası bu küçücük gülücük
Ömrümün hakettiği...

Kaybedilen yıllarıma üzülmüyorum artık...
Kaybettikçe kendimi buluyorum yavaş yavaş...
Öğrendim artık
Ne bir savaş
Ne bir komedya
Bu hayat denilen kıvırım;
Tatlıca bir telaş;
Bir gülüşün berraklığı;
Kalemin alın yazısı...

Gerisi,
Karın ağrısı...

1 Aralık 2008 Pazartesi

Sessizlik


Bu sessizlik sizi de üzmüyor mu?
Üzülmüyor musunuz sessiz olan herşeyin sizi üzmesine?
Kar yağarken sessiz olmuyor mu sokaklar, sessizlik çınlamıyor mu kulaklarınızda?
Hep, size sessiz kaldığınız günleri mi hatırlatıyorlar, sessiz kalıp ağlayıp sonra da darmadağın olduğunuz günleri, üzüldüğünüz günleri...

İmkansızlıkları unuttuğunuz günler oldu mu hiç?
Sonra da unuttuğunuz o günleri?
Masanızdaki resimleri ters çevirdiğinizi? Yaşandığı gibi unuttuğunuz oldu mu herşeyi?
Bir de hayallerimdeki çocuk, yine başladı, başladığı yerden geriye saymaya. Sıfır olmak yorucu, 0 olmak üzüyor insanı, sayınca geriye doğru dibe çekiyor okyanus ortasında...

22 Ekim 2008 Çarşamba

Gercekler?


Gercekler ne kadar aci olabiliyor?...

Ne kadari dogru cikiyor peki bu gerceklerin?...

Sende benim kadar gercekleri goruyorsun,
Beraber olamayiz, benim gibi biliyorsun,
Bir baska dunyanin insanisin yavrucagim,
Sen kendi dunyanin topraginda buyuyorsun...

Buyuledi bugun bu sarki beni, yeniden...
Sonra sorular geldi tabi?
Dogrular? Dusunmek guzel mi? Peki fazladan dusunmek?
Ihtiyaclarini belirlemek, onlari dusunmek...

Ama diyor Sezen
...
Dunyasini yeniden kursa da
Duslerle gercekler ayri ayri yasar....

Gercekler, herzaman dogru olmuyor, gercekler dogrulari dogurmuyor... Hele ki dusler hic bir zaman icinde olmuyor hayatin.
Anlamak zor, inanmak kolay.
Inanc hersey, inanmak olagan-siradan, olaganlik-siradanlik soyutlanmis, soyutluk yok olmus... Hala gercekleri ariyor muyum?

20 Ekim 2008 Pazartesi

Kabul



Kabul ettim artik, hata bende.

Ama özür dilemeyeceğim, hata benim kendi kendime yaptığım bir hata... Hatalar zaten insalığın temelindeki değerler olunca, sadece değerini değiştirmekle kalıyor o değişken, yararsız özürler ve sonrasında tekrarlanan kabahatlar...

İnsanlar hatalarıyla vardır, onları öyle kabul etmeye bakmak gerektiğini çok sevdiğim bir arkadaşım bana söylemişti, söylentide kalmıştı bu belki o zamanlar ama şimdi anlıyorum ve ona teşekkür ederiyorum, kendi hatamı anlayıp özür dilemeyeceğimi bana öğretti...

Kimseye karşı sorumlu değilken, bu sorumluluğu, istemediğim bir yükümlülüğü bana vermeye, yüklemeye çalışmalarına anlam veremezken... İşte orada bitiyor mu hayat? Hayır yeniden başlıyor, başlayınca yeniden bitiyor küçük engebeleriyle ve kimse anlamadan kişiliksiz, pusulasız keşfe çıkıyor sağlıksız dostluk ve hayat...

Günümüzün en büyük sorunu inanç olmuşken, inanmaya bu kadar çok insan ihtiyaç duyarken bu inançsızlığın temelinde ne yattığını anlamak zorlaşıyor benim için. Kafam karışıyor, karıştıkça içine bişeyler giriyor...

İnsan, ömür, istekler: biten bir ömürde hiçbir isteği bitmeyen, sonu gelmeyen insan sürüsü...

13 Ekim 2008 Pazartesi

içimde.


...
ben yanlızım, yanlızlık özümde
bu yanlızlık içime işlemiş
çıkartamazsın çünkü o senden eski
...
Çıkmayan lekeler gibi bu yalnızlıklar, içe, derinden işleyen yalnızlıklar...Ayşe teyzesi, güzin ablası derken çözüm olamıyor bu eski arkadaş dost olan yalnızlıklara.

Hakikaten dönemeyen bumerang misali, herkesin sahibi olduğu kendi yalnızlığı. Tesadüfler bile gideremezken değişkenleri noktalar nasıl da bitiriyor birliktelikleri...

Artık birşey beklememek lazım isterlerden, parametlereler değişti, değerler aynı olsada, sorduğun hiçbirşeye sonuç olamayacak o girdiler, çünkü bu yalnızlık içime işlemiş, çıkartamazsın o benden biri...

30 Eylül 2008 Salı

Ne?

Mutluluk, Korku, Sadelik, İstem ?

Onsuz mutluyum ama, korkuyorum olacaklardan, sadece ben olmak zor mu hayatta, ve bunu istemek, isteyerek yaşamak?

7 Eylül 2008 Pazar

sevmekten usanmam


umutsuz olduğu bir anda sevmek, ister her insan
birazcık şanslıysan neden olmasın
kendinden emin değilsen sevme
bensiz mutluysan hep öyle kal

eğer her gece yattığında
büyülü düşler sana
benden bahsediyorsa
hemen tatlı uykundan uyan
çünkü ben hiç uyuyamam
seni düşündüğüm zaman

Pinhani.

Umutsuzluk bu kadar zor mu? Hiç vaktimiz olmuyor kendimiz için, umutlarımız için, başkaları için. Vakitlerimiz sadece ölüyor ve öylece kalıyor musalla taşında, birikiyor biriktikçe yapılan hatalar, unutulmuşluklar, heyecanlar, yaşanmışlıklar ve sonsuz istekler. Başlamadıkça bir yerden takılı kalıyor üst üste yığılıyor bu tüm sayılanlar, ve o anda, düşündüğümüz anda takılıyor aklımıza vuslat, uyanıyor yürekler, uyandırılıyor, O olmadan uyuyamıyor, hasreti yakıyor heryeri, vuslatı zaten bir dipsiz kuyu...

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Neden?

birden soluğu kesildi seninle konuşurken,
hissettiği heyecan bir haykırış olmak istedi içinde,
tıpkı kayalıklarda yankılayan bir haykırış gibi, derinden, etkili ve tekrarlayıcı.
Seni her gördüğünde tekrar bağırmak istedi heyacanını, tekrar ve tekrar, durmaksızın.
Sonra duruldu, gündelik telaşların getirdiği küçük kavramların içerisinde yitirdi sandı kendisini,
çıkmak için uğraştı, çırpındı,
ama karşısındaki ses bastırıyordu derdini,
bastırıyordu içindekini, asıl olması gerektiğini...
utandı sandı sonra, utancından utandı,
utanılmaması gereken bir şeyden utandığı için utandı aslında,
nedenini kendi bile bilemediği bir utancın bedelini ödemek mi istiyorum diye soruyordu kendine...
volkan olan hisleri patlamak üzereyken tekrar hissettiği,
bencil davrandığını düşündürdü kendine.
ama soruyordu, tasarladığı şeyler oluyor muydu ki,
şimdi içinden geçirdiği şeyler birer birer olsun istiyordu?
hayır demek için kendini tuttu, sordu tekrar tekrar,
anlamsız gelen bir şey vardı hissediyordu ve telaşlandırıyordu onu,
çekiyordu işte, çekilmemesi gereken yerlere...

12 Ağustos 2008 Salı

kaybolan yıllar

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler...

Bunu cümleyi söylemek için çok mu erken? Fikirlerimizi küçük çıkarlara sattığımız yıllarda ne kadar yalnız insan. Zamanın değerini geçince anlıyor maalesef.

İçimizdeki fesatlık ne zamana kadar sürecek, sağlığımızın, bizleri seven insanların kıymetini bileceksek ölürken kendi nefsimiz... Ne değeri varki yılların?

Sanırım o zaman söylenmesi gerekecek bu cümlenin, hesabını veremezken o son cümlenin...

Şimdii bana kaybolan yıllarımı verseler... Ama hepsi unutuldular...

31 Temmuz 2008 Perşembe

Uyan ...

Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrailin kastı canadır inan
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Zamanımızın en büyük hastalığı uyumak, uyutulmak, uyanamamak...

Uyanmak istesekte gönlümüzden geçmiyorsa dileklerimiz en ince detayına kadar, sağlıktaysa istediğimiz şeyler, hastalanınca ve başımız derde girince öğreniyorsak değerini, uyanmak gerektiği hatırlanmalı mı hemen?... Yoksa değer biçilen kaftan değeri nedir ki gözümüzde, değerini başkaları biçiyorsa...

Uyanma zamanı şimdi, uyumadığımız düşünme ve düşündürme zamanı, çıkarsızca yalvarma zamanı yaratıcıya O'nun yarattığı büyüklükte...

29 Temmuz 2008 Salı

Bir mezarda...


İnsalar, değişik hayatlar, birbirine benzemeyen düşünceler, duygular... Sonrasında bir anda bitebilen, değişebilen, duygular, düşünceler, hayatlar, insanlar... Hepsinin birer birer yokolduğunu duyumsamak... Mezarlar, toprak olan, ya da yakılan vucütlar. Dışarıdan herkes için aynıymış gibi görünen karanlık içerisinde yatmak... Ama güzel yanı, inancın doğrultusunda gideceğin yeri bilme, ya da onu kabullenmeme çabası içerisinde olmak...Yokluk değil tanımlamak istediğim, yok olmayacağını bilme düşüncesi aslında, ve mezarlarda uyumak mı? yatmak mı?...

Hayat bazılarımız için bir mezar taşı kadar gereksizken, bazılarımız için mezar taşları hayat kadar değerli olabiliyor, ve düşüncelerimiz bizleri bu kararlara götüren yanlışlar oluyorlar bir bakıma...

İşte bakış açımıza göre, bir mezarda uyumak ve bir mezarda UYUMAK böyle birşey...

27 Temmuz 2008 Pazar

git, git, gitme dur!



Zaman, zaman diyorum herzaman. Ironik mi desek, yoksa içyinelemeli mi bilmiyorum açıkçası. Bildiğim pek birşey de yok aslında. Ha, şeyi biliyorum, Felsefe bölümü üniversitelerde kaldırılmalı, bu kadar kıt işte bildiklerim, birde gideceğimi biliyorum, bahaneci olduğumu, fırsatları değerlendirirken ne kadar çok düşündüğümü, açıkça, bu kadar basit düşündüğüm için kendimi suçladığımı, sonra yarımlıkları, bütün olmayan bazı şeyleri kabul edemeyeşimi... Bayağı az şey biliyormuşum :)

Neyse, erteliyoruz işte, diğer yarımımızı bulmak çabasıyla yaşıyoruz haddimiz olmadan... Ne hayatlarımızdan vazgeçiyoruz, ne de bizlere sunulanı beğeniyoruz, bunu da açıkça belli ediyoruz, kararları vermede zorlanıyoruz, verince de hep aklımız yolun diğer tarafında kalıyor. Biyolojik isteklerimiz, gitmemizi isterken, ruhsal çöküntülerimiz aslında yarı yolda bırakıyor bizi sanki, sonra fıtrat giriyor devreye, bir pişmanlık geliyor derinden içten içe...

Bu işin sonu kıldan ince bir köprüden geçmekte, o sınava giderken ki duyulan heyecanın, salgılamamıza yardım ettiği adrenalin ile ölmemizi engellediğinde mi acaba?

Yoksa ertelediğimiz şeyleri tüketmeden, yitirmeden, dillendirmek te mi?

Bu arada "Git, git, gitme! dur ne olursun..." Sezen Aksu'nun en sevdiğim parçalarından birisidir, onu dinlerken yazdım aklımdakiler, teşekkürler Sezen, herkes şarkılarınızda bişeyler buluyor diye haykırsam burada, kimse duymasa da önemli değil :) ben O'nun duyduğuna eminim...

30 Haziran 2008 Pazartesi

15 gün


Tam 15 gün oldu yazmayalı, değişiklikler de oldu aslında hayatımda, değişmesini her zaman istediğim gereksiz yükümlülükler, ne kadar zorluymuş meğerse en küçük parçanın bile artık olmayacak olmasını bilmek....

Kendime verdiğim yükümlülüğü bilhassa bana verilen değeri anlamak için çok çalışmam, okumam ve ayrıca kocaman bir elekten geçirmem gerektiğini şimdi anladım.

Zaman, zaman olalı beri, benim gibi insanlarla hep karşılaşıyor, ondan ziyade acaba bu değişik yüzlere alışmakta zorlanmıyor, fakat bizler en küçük şeyde üzüntümüzü sinirimizi kusuyoruz dışarıya,kinimizi...

14 Haziran 2008 Cumartesi

zincirleri kırmak


Kırmak isterdik zincirleri
Bağlı kalmamak, maphus olmamak bi yere
Ama bazen zincirlerin koruduğunu bizlerin
Hatırlayabilmek ise
güzel duygu...

9 Haziran 2008 Pazartesi

Gündüz Rüyası

MFÖ - Gündüz Rüyası

Bu odada defalarca aşık oldum sana
Sen inanmadın
Sakin sakin sabah altı
Doyasıya şimdi kavuşmak zamanı
Avucun avucumun içinde
Dudaklarında ellerim
Ne lüzum var aşkı tarife
Gündüz rüyası bu afife
Senin bana kızgınlığın
Boş söz sevmeyen kadın kırgınlığın
Yokluğun desen bir başka
Bir zaten uyku tutmaz
Gece uykuları bitti bize
Gündüz rüyası bu afife
Bu odada defalarca aşık oldum sana
Sen inanmadın
Avucun avucumun içinde
Dudaklarında ellerim
Ne lüzum var aşkı tarife
Gündüz rüyası bu afife

8 Haziran 2008 Pazar

soru

+ Özgürlük, gerçek hayatımızda kendimizden soyutladığımız zamansız, doğa üstü olaylar bütünü mü?
+ Sadelik siyah ile beyazın buluşma noktasındaki tensel düzenek mi?Yoksa, sadece KARANLIK mı?
+ Beden kıskanırsa kendini, aynalarda bulduğu eşiyle dost olmaya çalışır mı?

bozgun


Bozguna uğramış yaralı bir kalp benimkisi, ve varolma savaşında hep kaybeden taraf olan dürüstlüğün simgesi bir kara kalp...
Bulutlu ama göremediği sadeliği mazilerde arayan yeşil sözlü ve gözlü bir kelebek kanadı...
Ve işte yokluğunda sensizliği çekiyorum, yoksun ama seni özlüyorum, özledikçe heyecanımı dile getiriyorum yazılarımda, zorlaşıyor ama içtenliğim kayboldukça benliğim şu gurbet ellerinde...

Zor


Zor, zor olduğunu bilmek aslında daha da zor. Herşey çok güzel ve bir o kadar da tatlıyken bozulması birden, kısıtlı ve ani hislere kapılma gerekliliğini hissettiriyor insana.
Bugün 13 kasım 2007 sesizliğimin, keyfiyetimin bozulduğu ve hislerimin bir dönüş yaşadığı zaman.
Buraların tadı kalmadı, sessizleşti sokaklar, düşünceler, sensizleşti...

6 Haziran 2008 Cuma

zaman zaman



Zaman zaman, gelinen noktalarda bakıyorum
Sonsuz derinlikler yüklenmek sorun olsa da hayatımda,
Sadece yürümek isteyişim bir o kadar değiştiriyor özlemlerimi,
Bir name olup çıkmaktansa isteğim sade biri olmak.


melihbirim.spaces.live.com dan alintidir

Resim : Salvador Dali - Persistence of Memory


2 Haziran 2008 Pazartesi

mutluluk


Bugünkü mutluluğumu tarif etmeme imkan yok, zaten tarifi en zor, ifadesi neredeyse imkansız olan hislerin en başında gelir mutluluk. Mutluluk hakkında söylenen en güzel şeylerden birisi de sanırım;

"İnsanların mutlulukları ya da mutsuzlukları, kaderin olduğu kadar da karakterlerinin eseridir."

diyen La Rochefoucauld' a aiddir bence. Tabiki tam olarak tabir etmiyor bu sözler mutluluğu; fakat "hiç yoktan iyidir" e yaklaştırıyor :)

Diğer sözler ya da mutluluk tabirleri için mutluluk(wiki), (wikiquote)'a bakabilirsiniz.

31 Mayıs 2008 Cumartesi

damla


Bir damla misaliyiz hepimiz, çamur olmaya mahkum, okyanustan çıkarıldığında belli olan, bireyselliğini o zaman yaşayacak olan küçük, yeteneksiz... Kendi kendimize kararlar vererek ve aslında düşmekte olduğumuz yeri bilmeden kader çizgisinde düşerek ilerlemekteyiz, ve yorum yapmaktayız, hayat sebebi olacağımız tohumun nasıl bir ağaç olduğunu bilmeden...

Hayat küçük bir damlayla başlar, hiçbir zaman iki damla bir araya gelmez, gelemez, büyük ya da küçük damlalar olmak önemli değildir, bireysellik de, ve damlalar arasında bilgi yoktur düşülen yere dair, hayat bilinci vardır ve damlalar sadece toprakla birleşirler, maksadımız çamur olmaksa eğer...

kaynak

Son bi kaç gündür yazamadığım şeyler oldu, olmasını istemediğim ama birden, aniden, mantar gibi bitiveren hayatımda. Gün geliyor dayanılmaz oluyor bu olaylar, dayanamıyorsunuz hiçbirşeye, birey olmaktan da öte bişeyler bekliyor karşınızdakiler sizlerden, sonrasında "çıkarlar" konuşuyor, benzetimler, yorumlar, tavsiyeler ekleniyor ardı ardına, ya sizin tarafınızdan karşıya, ya karşıdan sizin tarafınıza. Maksadınız ne olursa olsun, bireyler kendilerine söyleneni yapmama hususunda genel geçer bir yargıya sahip olacaklar ki, hepimiz aynı nasihatlere sadece değişik şiddetlerde tepkiler veriyoruz. "Beni şekillendirmene ihtiyacım yok!!!" ya da "Beni böyle kabul etmen lazım!!!" ya da "Ben senin gibi değilim!" gibi.

Halbuki isteklerimiz asla öyle değildir karşımızdakine karşı. Sadece duygular, düşüncelerle birleşir, mantık çerçevesinde aktarmaya çalıştığınız şeyleri, karşınızdakine iyi aktaramadığınızda önleyemediğiniz yanlış anlaşılmalar ortaya çıkar ki bunu kimse istemez, işte o zaman ne yapacağını şaşırır insan.

Aklınızdakiler uçuverir bir anda, karşınızdaki zaten sizi dinlememiştir ya, dinlese bile, eskiden aranızda küçük, unutulmamış bir sorun varsa eğer, birden ortaya çıkar, parlayıverir işte. Belki bağırırsız karşınızdakine, belki de susarsınız, uysallaşırsınız, kesersiniz sesinizi sevginiz kadar karşınızdakine, ama diyecekleriniz kalmıştır içinizde, siz ne kadar uygun görsenizde, uygun değildir karşınızdakince.

Ve olaylar hep böyledir, böyle sürüp gidecektir, kararlar verilsede, hayatlar yön verilmek içindir, herkes kadar katı, herkes kadar pişirilmiş olduğumuzu düşünsekde, bizler birer çamur birikintisiyiz aslında ve pişirilmeye yön verilmeye muhtacız ve de değer vermeye, verilmeye...

Ve bugün, ya da yarın, öncelikleri olabilir insanın, bu öncelikler insanın, ruhi anlamda herzaman içerisinde varolan boşluğu doldurmaya mı çabalıyori yoksa başka şeyleri mi? Mutlu olmak elimizdeyken, üzüntümüzün kaynağı neden mutluluğumuz oluyor?

29 Mayıs 2008 Perşembe

hastane???

Hastaneler, en sevmedigim, kimselerin de -doktorların bile- sevemeyeceği bir mekan olarak kalmıştır hep gözümde. Annemin ben küçükken attalttığı zehirlenme ve alerji rezaletinden ve kardeşimin apandist ameliyatından sonra sevmeyeceğimi düşündüğüm, ve ailemin katkı ve baskılarına katlanım TIP yazmadığım için memnuniyetimi tekrar belirtmem için dün bir şans oldu benim için.
A.. hastanesinde yurtdışına gitmek için almamız gereken anlamsız sağlık raporu dün, benim ve iş arkadaşlarım için tam bir işkence oldu, hastane hernekadar güleryüzle haraç alınan bir yer gibi dursa da pek hastaneye benzemiyordu ya-en azından Türkiyede ki hastanelere-neyse. Sonuçta, bizim sağlık ocaklarında verilen bir rapor için 4 saat bekledik ve biton da para verdik.

Sonuç, yorgun geçen bir gün ve ardına çok mükemmel bir uyku, sevgiliyle edilen küçük bir sohbet...

27 Mayıs 2008 Salı

durgunluk


Zaman zaman gelinen noktalara bakmak lazım, kendini kontrol etmesi lazım insanın. Zaten diyor ya şair :

Anlayamazsın

içimde bir resme bakar gibi
öyle bi köşede
bir bendim resmin içindeki resme bakan.

Bir resim var bakılması gereken, ve aslında

Bir ben varki benim içimde, benden öte benden ziyade,

İçimizdeki, ötemizdeki mi? Ötemize ittiğimiz yoksa herşeyimiz mi?

26 Mayıs 2008 Pazartesi

yeni

Yeni yerimdeyim artık, yeniliklere açık...
Yapılacaklar listesine yeni şeyler de ekleyerek yürümek istiyorum artık, belki hayat bihaber bizlerden, belki yapılacaklar listesi o kadar karmaşık ve kalabalık değil, ama mantık bizlerin tek başımıza çıkamayacağımız tepelerin olduğu gerçeğini değiştiremiyor, değiştiremiyor...

Özledim


Bir yıldızın gökten kaybı kadar arsız
Ah; bu gidiş çok zamansız
Sensizliğin tam ortasında
Oyunsuz, oyuncaksız

Ellerin... ellerin
Şimdi ellerin elleri
Saçlarından bir yol inerdi ortasına ellerimin
Şimdi bir akarsu misafir içimde gözlerimin

Gözlerin... gözlerin
Bazen susar bazen bağırır yaralanmış sözlerin
Senin suskunluğunda bir çığlık; vuruverir özlemin

Özledim... özledim
Ben acılarımı dışladım
Seni kendime eşledim
Yokluğunda yağmur oldum;
Saçlarını düşledim

Özledim... Özledim... Özledim

Feridun Düzağaç

24 Mayıs 2008 Cumartesi

Bir Kitap, 63 deneme, yüzlerce şiir

Nazan Bekiroğlundan bahsetmek kolay değil, O'nun gibi takdire şayan birini yorumlamak da değil niyetim ama şu sıralar okuduğum "Mor Mürekkep" adlı deneme kitabinin 133. sayfasına geldiğim de anladım nasıl okunacağını Bekiroğlu'nun.

Bir deneme kitabı olabilir "Mor Mürekkep", ama asla, içerisindeki o istekli, aşk ve divan edebiyatı kokan şairliği unutulmamalıdır Nazan'ın bence ve ona göre okunmalıdır bu kitaptaki her yazısı. Okurken düşünülmemelidir Nazan, etkisini zaten içinizde hissedersiniz derinden, ve bakarsınız ki içinizde farklı bir sevinç birden.

22 Mayıs 2008 Perşembe

isyan

Zamana,
Bir kelimenin sadeliğini taşıyan,
Biriktirilmeyen, saklanamayan,
Sığmayan, sığdırılamayan,
Zamana;

İsyan edişlerim, isyan edilişlerim...

Ayrılık

Ayrılık kemiriyorsa içini
Düşlerin geldiği yere bak
Düşlerki olağan yapandır herşeyi
Ayrılığa, düşlerle bak

Yalnızlık kaplıyorsa seni
Dalganın geldiği yere bak
Dalgalarki kırandır sessizliği
Yalnızlığa, dalgalarda bak

Ve hasret düşürüyorsa yollara seni
Ufuğun bittiği yere bak
Ufuk ki doğuran güneşi
Hasrete, Ufuktan bak

21 Mayıs 2008 Çarşamba

Yitik

Özlem, özlemek, özlenmek...

Kendini hapsedince mesafelerin parmaklıkları arasına,

Yitirdiği şeylerin

Ve hislerinin

farkına varıyor,

İnsan...

Gündelik işler, gündelik bilgiler

Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum...

Hz.Nuh (AS) Duası - Nuh Suresi, 47

Gündelik işler yine, herzaman geldiğimiz yerlere tekrar tekrar geliyoruz günler geçsede... Bizlere ait olan şeyler sadece küçük şeyler miş gibi geliyor, ya düşlediğimiz büyük şeyler, hayatımıza yön verecek kadar değişik, tutarlı şeyler?Onların sahipleride insan olmanın verdiği güzel duyguyla sahiplendikleri şeyleri küçük görmüyorlar mı? Ve yine unutuyoruz, bilgi bizlere verilen en büyük şey aslında, ve bilgimiz olmadan istemek hüsrana uğramak için insanoğlunun kendi eliyle ateşe atlaması demek olmuyor mu?

20 Mayıs 2008 Salı

Bir Bolu Yolculuğu

Çokca geçtiğim, sisli, sadece bir üstgeçitten oluştuğunu sandığım, mersin istanbul yolculuklarındaki durak yerimiz boluya ilk kez gittim hayatımda.

Bilmediğim, çıkaramadığım birşeyleri vardı sanırım beni oraya çeken ama çekerkende bi dolu zorluklara neden olan o gizemli ve düşündürücü yolculuğun. Bir an yeşilliklerin beni cezbetmesi gerekti düşünmem için, meğerse çok zamandır yeşillik görmüyormuşum bir anda anladım, ne kadar üzüntü verici...

Ama Köroğlu diyarı, geçen her yolcuya yaptığı gibi bana da yaptı yapacağını ve elimdeki kalem yardım etmeye başladı düşüncelerime...
Bir bolu yolculuğunda:

+Zamanımızın en büyük heyecanı olmaya aday bir hissiyatın yaşayabilmesi için çekebileceğimiz çilenin bir sınırı varmı?

+beklemenin çilesel yolculuğu, sadece zamanında yapıldığında yol alabilir.

+İnsanın eline taktığı herhangi bir halka, kandırmaca oyununda oyanan bir alet mi yoksa bizleri oynatanlar o aletler mi?

+Sahiplik hissiyatı, güvenin kendisine bıraktığı mirasla, kendine verilmeyecek bir yükün altına girmiyor mu?

+Hayat nehrinde ters akıntıya kapılamamak ne kadar elem verici.

+tasmaları ne kadar geniş köleleriz?

+Ağaçlar gerçekten bu kadar güzel miydi? Yeşillikler karması ne de güzel oynuyor dramasını bizlerle verdiği savaş oyununda.

+buruk bir hayat yeşillikler içinde kendini tamamlamasına rağmen mutlu olamıyorsa sebebi burukuluğun verdiği acı mutluluğa alışması olabilir mi?

+Gözler ne kadar talihsizler.